Doug Aitken’ın Borusan Contemporary’de gerçekleştirilen, Türkiye’deki ilk kişisel sergisi İçimdeki Şehir, sanatçının 2006 ile 2024 yılları arasındaki eserlerini alışılmadık bir şekilde bir araya getirerek yapının mimarisi üzerinden bir yolculuk yaratıyor. Uluslararası tanınırlığa sahip Amerikalı sanatçı, 1990’lardan bu yana, sanatın var olabildiği tüm formların sınırlarını zorluyor. Modern yaşam ve hiper bağlantısallığın karmaşıklık ve muğlaklığını, neoliberal küreselleşme çağında özgürlüğün anlamı ve bunun yalnızlaşma üzerindeki olası sonuçları bağlamında inceleyen sanatçı, insanlar ve teknoloji arasında gitgide geçirgen hâle gelen ilişkiyi araştırıyor. İnsanı, çevresi ve diğer insanlarla yüzleştiren deneyimler aracılığıyla hikâyelerinin merkezine yerleştirerek işlerine hümanist bir boyut kazandırıyor. Aitken’ın yüceliğin eşiğindeki eserleri, lütuf dolu ve hayranlık uyandıran anları yansıtarak yeniden üretiyor.
Dünyayı benzeri görülmemiş bir biçimde durma noktasına getiren koronavirüs salgınının ortaya çıkmasından dört yıl sonra hazırlanan bu sergi, insanlığın doğasında var olan hareketlilik eğilimini ve çağdaş toplumdaki gelişimini mercek altına alıyor. Özellikle şehirlere odaklanan eser seçkisi, modernlik durumunu ve günümüzün aşırı etkileşimli dünyasındaki paradoksal yalnızlığı irdeliyor. Hareket ve hareketsizlik, aşırı hız ve yavaşlık, bağlantı ve ıssızlık arasında duran bu eserler, çağımızın kentsel, fiziksel, dijital ve duygusal ortamlarında insanın yolunu nasıl çizdiğine dair sorular soruyor. Yalnızlıktan, gittikçe genişleyen mega kentlerin muazzam kütlesi altında silinmekten ve dijital okyanusun sınırsızlığından söz eden sergi, bu yolla günümüzün yeni iletişim, etkileşim, algılama ve var olma biçimlerine atıfta bulunarak insanlığın istikametini sorguluyor.
Aitken’ın pandemi döneminde ürettiği, üç kanallı film enstalasyonu Bayraklar ve Enkaz (2021) ile tekstil işi Dijital Detoks (2020), yakın tarihte ilk kez küresel çapta bir duraksamaya yol açarak ezber bozan karantina dönemini; o ana kadar durmadan akmakta olan bilgi ve insan selinin ortasındaki sessizlik ve soluklanma anını yansıtıyor. Aynı dönemde sanatçı, evinde hâlihazırda bulunan malzemeleri özenle dikip bir araya getirerek el yapımı duvar örtüleri oluşturdu. Bu dikme ve onarma eylemiyle Aitken, elden düşme kumaşları kent manzaralarında dalgalandırdığı ya da boş bir şehirde dans eden bedenlere sardığı bayraklara dönüştürüyor. İnsan varlığından eser kalmayan bu kıyamet sonrası ortamda; 2020’nin ilk yarısında dünyanın hâlini niteleyen “çıplak şehir”de dansçılar, sokaklara akarak şehri kinetik enerjiyle harekete geçiriyor.
Pandemi öncesinde üretilse de benzer bağlantı sorunsallarına değinen 3 Modern Figür(nefes almayı unutma) (2018), cep telefonunun sığabileceği bir boşluğu sıkıca kavrayan, yalnız ve sabit üç parlayan figürü sergiliyor. Bu figürler, bedenlerinde titreşerek değişen renkli ışık tonları sayesinde, hem fiziksel olarak birbirlerinden izole hem de içsel ritimleri aracılığıyla birbirleriyle yakından bağlantılı görünüyor. Yaşadığımız dönemi tanımlayan telefon tutma pozunda donup kalmış kalıntılar gibi duran figürler, beden ile dijital arasındaki sınırın bulanıklaştığı yeni çağı örnekliyor.
Temasına uygun şekilde, müzenin iki katı arasındaki geçiş yoluna yerleştirilen fotoğraf serisi pencereler (2007), tren ya da uçak pencerelerinden bir dizi anonim karakteri göstererek yolculuğun ara mekânlarına odaklanıyor. Dünyaya açılan bu pencereler, günümüzün dijital ekranları misali, sanal çağda her gün hareket etmeden yaptığımız yolculukları temsil ediyor.
Sanatçı, sürekli biçim değiştiren heykeli Yükselen Merdiven (2024) ile hareket fikrini incelemeye devam ediyor. Borusan Contemporary’nin kalıcı koleksiyonu için sipariş edilen, birbiriyle kesişirken ışığı yansıtan disklerden oluşan bir sütun niteliğindeki bu eser, yavaş yavaş dönerek statik, sabit sanat geleneğine meydan okuyor. Günümüzün hızlı ritminin ortasında bir yavaşlama aracı olarak yeni ve beklenmedik deneyimler meydana getiriyor ve izleyiciye anlık, gerçek zamanlı bir etkileşim sunuyor.
Eş merkezli, kesişim hâlinde olan ve genişleyen iki daireden oluşan neon eser iki kere düşünme II (2006), benzer bir şekilde daima hareket ediyor ve bu hareketi bir sekans boyunca sürdürüyor. Burada daire motifine yoğunlaşan Aitken, daireyi devamlı hareketin bir simgesi ve hiyerarşik olmayan, demokratik, paylaşılan mekânların bir arketipi olarak inceliyor. Işıktan koreografi yaratan eser, insanın içinde kaybolabileceği bir saati çağrıştırıyor.
Sanatçının mobilite ve doğrusal olmama kavramları üzerine yaptığı araştırmaları takiben ürettiği uyurgezerler (2007) ise, New York’ta dolaşan ve hikâyeleri parçalı bir anlatı hâlinde örüntülenen beş karakterin yaşamını tasvir ediyor. Senkoplu bir ritimle çalışan enstalasyonda, ekranlar karakterler arasında geçiş yapıyor; hikâyelerinden parça parça sahneleri derleyip kolaj hâline getirerek ilk bakışta birbirinden çok uzak görünen rutin eylemler arasındaki benzerlik ve rezonansları ortaya çıkarıyor.