Bill Viola’nın hayatını değiştiren iki şey var: Koreli video sanatçısı Nam June Paik ve Floransa şehri. 1972 ile 1974 yılları arasında Syracuse’teki Everson Sanat Müzesi’nde çalışırken, Viola bizzat Paik’in işlerinin yerleştirilmesini üstlendi.
Video sanatının ‘babası’ olan Paik o sıralarda kameralarla deneyler yapıyor, geçici olanla kalıcı olanı, elektrik akımlarıyla dini tefekkürü eşleştiriyordu. Viola bu öngörülü yaklaşımı benimsedi: O zamana kadar geçici olanı kaydedecek bir araç olarak düşünülmüş olan videoyu, post-modern dünyanın kalıcı tarafını yakalayabilecek bir sanatsal araç olarak gördü. On dokuzuncu yüzyılda J.M.W. Turner, yüce, olağanüstü olanın güzelliğini ve dehşetini yağlı boya ve tuval kullanarak ifade etmişti. Paik, Viola ve Bruce Nauman gibi sanatçılar ise farklı tür bir fırçaya doğru uzanıyordu; gittikçe ekonomikleşen video kameralar onların elinde olağanüstünün kaydını tutan araçlar haline geldi.
Viola 1974’te İtalya’ya seyahat etti. Rönesans sanatını müthiş etkileyici buldu. Michelangelo ve Leonardo da Vinci’nin dini resimleri izleyicileri afallatıyordu; akıcı, katı çizgiler bir araya gelerek kırılgan ve bölünemez bedenleri ölümsüzleştiriyordu. Video görselindeki scan çizgileri benzer bir keskinliğe ulaşabilir miydi?
Bill Viola bu karşılaşmadan sonra iki sene boyunca Floransa’daki video sanatı stüdyosu art/tapes/22’de teknik prodüksiyon yöneticisi olarak çalıştı. Eş zamanlı olarak Zen felsefesini, Sufizm’i ve San Juan de la Cruz’un Hıristiyan metinlerini keşfetti. Bu farklı etkilerin birleşimi Sal’ı (2004) oluşturdu; Sal bedenlerin hareketini büyüleyici bir şekilde gösteriyor. Viola’nın bu on dakikalık videosundaki kompozisyonun gelişigüzel bir tarafı var. On dokuz sıradan insan bir şeyleri bekliyor, aynı Beckett’ın karakterlerinin de bazen yaptığı gibi. Kaderleri Doğu ve Batı’daki klasik resimleri hatırlatıyor: Michelangelo’nun Sel’i (1508-12), Leonardo da Vinci’nin Sel Çizimleri (1517-18), Hokusai’nin Büyük Dalga’sı (1829), Francis Danby’nin Sel’i (1840) ve diğerleri.
Viola’nın figürlerinin üzerine bir su kaynağından güçlü bir su geliyor. İzleyiciler için bu tufan, bir gösteri niteliğinde. Sıvı öldürücülüğüyle güzellik kazanıyor. Dalgaların Venedik’i yuttuğu, iklim krizinin aciliyetinin görünür hale geldiği 2019’da ise su çürümenin habercisi oldu. Ancak Viola’nın figürleri bu görkemli yıkıma direniyor. Bir araya geliyorlar, düşmüş olanlara yardım ediyorlar, yeniden inşa ediyorlar. Ancak Sal kahramanca bir şey hakkında değil. Dini eserlerde işlenmesine alıştığımız anın seküler bir tasviri. Sal, hayatta kalanları yüceltmeyi reddediyor.
Katsushika Hokusai, Kanagawa Açıklarındaki Büyük Dalga, 1826.
İçinde yaşadığımız bu post-truth anında politikacılar video sanatını bölmek ve öfkelendirmek, şeytanlaştırmak ve mitleştirmek için sahiplendiler. TikTok'ta on beş saniyelik şekerimsi klipler kimilerinin kariyerlerini parlatıp diğerlerininkini yok edebiliyor. Viola yaşadığımız bu buhrana sanatsal bir karşılık olarak yavaşlamayı öneriyor. Filminde yakaladığı, iki durgun sahne tarafından çerçevelenen ve aslında bir dakika süren bir şok anı. Ancak pek çok yoruma açık bir an bu. Zamanı genişletmek suretiyle Viola daha derin bir anlayışı belirginleştirir. Jean-Luc Godard’ın meşhur, “Film, saniyede yirmi dört kare gerçektir”ini hatırlayalım. Viola’nın gerçeği, saniyede üç yüz kareye ulaşır ve belki de artık elde edemeyeceğimiz farklı bir dikkat türünü talep eder.
Sal üzerine düşünmek aslında girift yorumları birlikte incelemek demektir. Karenin ortasına doğru adım atan kadınla, bir saniye sonra başlayan sel arasında bir ilişki var mıdır? İlk sıradaki kır saçlı adam, beyaz insanların ayrıcalığını mı simgelemektedir? Katılımcılar arasındaki ırk ve etnik farkların anlamı nedir? Kadınlar ve erkekler, kısa ve uzun boylular, zenginler ve orta halliler arasında bir gerginlik var mıdır? Peki neden bu kadar ikilikler üzerine kuruluymuş gibi gözükmektedir her şey? Acaba su, bu kompozisyona bir tür cinsiyet akışkanlığı mı getirir? İnsan ister istemez aşırı yorumlamaya yönelir, ancak önemli olan tek bir yorumun hakim olmasına direnmektir.
Bu işte ve daha yakın zamanda üretilmiş olan Dava’da (2015), Viola geçici olan anları, sıradanın alanına çeker. Sanatçının mikroskopu, bir biçimde, elle tutulamayanı görüntülemeyi başarır.
Viola’nın Dava’da resmettiği dayanıklılık ise çok farklıdır. İkiz ekranlarda genç bir erkek ve kadın farklı sıvılara maruz bırakılır: benzin, kan, süt ve su. Viola’ya göre tecrübe ettikleri ‘şiddetli dönüşümler aracılığıyla uyanışın beş aşaması’dır. Sal’dakinden farklı olarak, yaşadıkları tecrübe kişisel alanlarında kalır. İzleyici yine de onların sınırlarının ötesinde olanı gördüklerini sezer; bir epifani yaşayan dini ikonlara benzerler.
Fakat onlarınki, ateş yerine, renkli sıvılarla yaşanan bir dönüşümdür. Geçtiğimiz yıl boyunca suyun bu şekilde kullanımına alıştık aslında: Hong Kong’ta polis ve göstericiler arasındaki çatışmalarda su beklenmeyen bir güç olarak ortaya çıktı. Ağustos ayında, BBC yasağı delen protestoculara karşı ‘Hong Kong polisinin mavi renkli tazyikli su kullandığını’ bildirdi. Renkli sıvı, polisin protestocuları tespit etmesine yardımcı oldu; aynı zamanda olağanüstü panoramalar yarattı. Sonbaharda, gazeteciler Şemsiye Hareketi üyelerinin suya meydan okumasını Twitter’ın Periscope özelliği aracılığıyla ve Facebook Live’da canlı yayınladı. Shoshana Zuboff’un gözetleme kapitalizmi olarak tanımladığı şeye, günümüzde teknoloji şirketlerinin şiddet ve direnci, baskı ve dayanıklılığı verileşmiş metalara dönüştürmesiyle tanıklık ediyoruz. Suyla sınanan bu kişilerin yerlerinde durup duramayacaklarını görmek için izliyoruz onları; güvende olup olmayacaklarını anlamaya çalıştığımız için onları izliyoruz.
Bu tarz bir görme biçimi, bin yıl süren figüratif sanat açısından tehlikeli olabilir ve hatta aşkın olanı imgeden silmekle sonuçlanabilir. Ancak Viola’nın işleri bize ekranları nasıl farklı biçimlerde de kullanabileceğimizi de hatırlatıyor. Viola’nın videoları bir galeride veya bir tablette veya bir akıllı telefonda belirdiğinde, beklenmeyen bir sessizlik çöker ortama. Floransa'nın hareketli mahallelerinden birinin çevresindeki terk edilmiş bir sokağa girer gibi Viola’nın işlerine sığınırız.
YAZAR HAKKINDA
The New York Review of Books'a yazan Kaya Genç, Publishers Weekly'nin 'hem araştırmacı hem edebi gazeteciliği en iyi şekilde yansıtan büyüleyici ve bilgilendirici bir derleme' olarak nitelediği Under the Shadow (I.B. Tauris) adlı kitabın yazarı. The Economist, Under the Shadow'un 'dengeli' bir üsluba sahip olduğunu söylerken Kaya'yı da 'dinlenmesi gereken bir ses' olarak tanımladı. The Atlantic dergisi, Kaya’nın çalışmalarını '2014’teki en iyi gazetecilik' çalışmalarına dahil etti. Yazıları The New York Times, The Nation, Paris Review, Times Edebiyat eki ve London Review of Books dergilerinde yayınlandı. Kaya İngiliz Edebiyatı üzerine doktorasını aldı. Artforum için eleştiri yazıları yazıyor. Royal Anthropological Institute de dahil olmak üzere farklı yerlerde konuşmalar yaptı; WNYC'deki Midday ve BBC'nin Start the Week programlarında dahil olmak üzere önemli programlarda canlı yayına katıldı.