İpek Çınar: Fotoğraflarınız, deadpan 1 fotoğrafın tenha ve titiz niteliğini barındırıyor; kompozisyonları ve yapıları bakımından oldukça kusursuzlar. Görsel düzenlemedeki bu niteliklerinin yanı sıra, taşıdıkları dikkat ve titizlik, Bernd ve Hilla Becher ile çalıştığınız Kunstakademie Düsseldorf’u düşündürüyor bana. Eğitimizden ve eğitiminizin fotoğraflarınıza etkisinden kısaca bahsedebilir misiniz?
Axel Hütte: Bernd Becher, saplantılı şekilde çalışmanın yaşamsal ve heyecan verici bir tutum olduğunu söyler, yaparak öğrenmenin öğrenciler için en iyi yöntem olduğundan bahsederdi. İşin zor kısmı, seçmiş olduğunuz konu ile bireysel bakış açınız arasındaki denge meselesini çözebilmek. İşlediğiniz her konuda o özgül bakışı bulmanız şart.
İÇ: Bir manzarayı deneyimlemenin yollarına değindiğiniz bir demecinizde, insan bakışının belirli bir noktada sabit kalmaktan ziyade gezindiğinden bahsediyorsunuz. Bu bana Merleau-Ponty’nin Cézanne’ın resimleri hakkında söylediklerini anımsatıyor. Fransız felsefeci, Cézanne’nın resimlerinin, farklı açıların bir şekilde bir arada görüldüğü örtüşen perspektifler içerdiğini kaydeder. 2 Manzara gelip geçicidir, fotoğraf/resim ise o görüntüyü ebediyen hapsederek izleyicinin her bir detayın ayırdına varmasını sağlar. Bu anlamda, kameranın ardında olduğunuz ve çektiğiniz fotoğrafın baskısına baktığınız o iki anı merak ediyorum. Başka türlü ifade etmek gerekirse, bir manzaraya baktığınız an ile, sonrasında o manzaranın fotoğrafına baktığınız an arasında görüntüye dair algınız değişiyor mu?
AH: Fotoğraf, yaşanmış bir anın özü, o anın dönüşümüdür. Gezinen bakışın bir durma noktasına geldiği anı hatırlatır. İzleyicisine, bakışın durmasına neden olan o hayret duygusunu iletmeye çalışır. Burada önemli olan, fotoğrafın bende ve izleyicide uyandırdığı hayal gücü. Gerçekliğin insan tarafından algılanışı ile optik olarak teknik anlamda kaydedilişi, tabiatları gereği farklılar. Uzamsal algı da bu ikisi arasında bir farklılık gösteriyor. Dolayısıyla, imgenin inşası yoluyla bu iki algıyı fotoğrafta benzeştirmek gerekir ki, izleyici imgenin içine girebileceğine inansın. İzleyiciyi, imgede beliren bir atmosferi ilk elden deneyimlemeye sevk eden bir algı oyunudur, fotoğraf.
İÇ: Büyük format kameralarla çalışıyor, kimi zaman uzun pozlamalara başvuruyorsunuz. Başka bir deyişle, “an”ın peşinde bir “şipşak” fotoğrafçı değilsiniz. Fotoğrafa yaklaşımınızda tekniğin yeri nedir?
AH: Hem analog hem de dijital ekipmanlardan yararlanıyorum. Bütün videolarım dijital kamerayla çekiliyor. Son fotoğraf serim de aynı şekilde stüdyoda üretildi. Bir görüntüyü fotoğraflarken, filme alırken ya da post-prodüksiyon sürecindeyken, gerçekliği imgeye nasıl aktaracağım fikrine göre türlü tekniklerden yararlandığım deneylere girişiyorum. Dijital alanda, yaklaşık üç yılda bir yeni teknikler piyasaya çıkıyor. Bu insanı ekipmanlarını düzenli olarak yenilemeye mecbur bırakırken, yeni deneysel çalışmalara girişmesi için de teşvik etmiş oluyor.
İÇ: Bu noktada özellikle Imperial Rooms serisini sormak istiyorum. 2018 yılında, mimari fotoğraflarınızı cam levhalara bastığınız, Imperial - Majestic - Magical başlıklı bir sergi açtınız. Bu işlerin arkasındaki fikir neydi?
AH: Baskılar başlangıçta analog yöntemlerle, film tabanlı olarak üretildiler. Ancak cam üzerine baskı almak için dijital dosyalara sahip olmanız gerekiyor. Ben de imgenin, izleyicinin konumuna göre değiştiği bir Daguerreotype simülasyonu yaratmaya koyuldum. Daguerreotype baskılarda (bakış mesafeniz ve açınıza bağlı olarak) imge pozitiften negatife dönebilir; benim cam üzeri fotoğraflarımda da parlaklık, izleyicinin konumuna göre değişiyor.
Axel Hütte
Fotoğraf: Ola Kolehmainen
İÇ: Bir seriye, başka türlü söylersek, bir anlatıya nasıl başlıyorsunuz? Kendinizi tekil bir imge ve bir seri arasında nerede konumlandırıyorsunuz?
AH: An fotoğrafçısı tek bir imgeyi, nihai bir anı arar; bir eylemi yakalayabilmek için fotojurnalist bir yaklaşımı benimser. Benim çalışmalarım, farklı konulara odaklanan tekil imgelerden oluşan bir zincir. Bir seride, bir hikâyenin farklı tarafları, farklı bölümleri anlatılırken, izleyicinin hayalinde kendi hikâyesini çözümlemesine imkân tanınıyor.
İÇ: Manzara/peyzaj fotoğrafının artık yalnızca doğayla değil, “bakış”la da ilgileniyor olduğu aşikar. Örneğin Jackie Higgins; Andreas Gursky, Sohei Nishino ve Olafur Eliasson’u da bu türün altına dahil ediyor. Sizin fotoğraflarınızda, mimari kadar doğa da konu olarak öne çıkıyor. Bu anlamda, “manzara/peyzaj fotoğrafı” size ne ifade ediyor?
AH: Sanat, daima “bakış” ile alakalı.
Bazen sıkıcı şekilde gösterişli.
Bazen mistik ve bilmeceli.
Bazense ifadesiz bir ilgi çekiciliğe sahip.
Manzara tam da çuvallanacak konu; insan her denemesinde daha iyi çuvallamayı umuyor.
10 Kasım 2020, Berlin
2- Merleau-Ponty, M. (2004). The world of perception. Routledge.
YAZAR HAKKINDA
İpek Çınar
1992 yılında Ankara’da doğdu. 2018 yılında ODTÜ Siyaset Bilimi Bölümü’ndeki lisans eğitimini tamamladı. 2020 yılında UdK Berlin’de yer alan Art in Context Bölümü’nde yüksek lisans eğitimine başladı.
2011 yılından bu yana fotoğraf ağırlıklı çalışmalar üreten İpek Çınar, yazıyla fotoğrafı harmanlayarak öznel bir dille ifade etmeye çalıştığı hikayeler anlatıyor. Bu üretiminin yanı sıra çeşitli yayınlara metinler, röportajlar ve yazı dizileri kaleme alıyor; sergi katalogları hazırlıyor; özellikle fotoğraf konusunda içerik danışmanlığı yapıyor.
Frederic Lezmi ve Okay Karadayılar projesi The Booklab’de koordinatörlük; Ka Fotoğraf Geliştirme Atölyesi’nde karanlık oda ve kurgu atölyelerinde eğitmenlik; TRT 2 projesi İzler Suretler fotoğraf belgeselinde içerik danışmanlığı yaptı.
Poligon “The Shooting Gallery” ve Ka Fotoğraf Geliştirme Atölyesi’nde kişisel sergiler açtı ve yurtiçi/yurtdışı birçok grup sergisine katıldı. Çeşitli ülkelerde konuk sanatçı programları, çalıştay ve festivallere davet edilerek sergi ve konuşmalarda yer aldı. AICA Turkey’nin de bir üyesi olan İpek Çınar, 2015 yılından bu yana Orta Format’ın eş editörüdür ve dergiyi çok sevmektedir.