2021 dünyasının senkronunu yitiren tüm sistemleri, künyeleri, envanter bilgileri ve alışkanlıkları, Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan seçilen on video yapıtta art arda izlediğimiz armonik bir kaosa kaynaklık ediyor.
EVRİM ALTUĞ
evrimaltug@gmail.com
Nisan ayında düzenlenen ve Borusan Contemporary’nin söz konusu seçkiyle programına dahil olduğu yeni bir etkinlik, bu kaosu bir nebze senkronize etmeyi deniyor.
Bu dönem, Türkiye genelindeki galeri, inisiyatif ve müzelerin entelektüel ve sanatsal birikimlerini SENKRON adlı, imece ruhlu bir proje için denkleştirdiği, böylelikle pandeminin ürettiği negatif enerji ve her nevî fiziksel tıkanıklığa deva olmaya soyunduğu özel bir dönem oldu.
Projenin katılımcılarından Borusan Contemporary de koleksiyonundaki on 1 video yapıt üzerinden, dünya üzerinde varolmaya çalışan insanın halet-i ruhiyesine bir pencere açabilmeye gayret ediyor. Hoş, kuruluş bu sosyal paylaşımcı, otokritik eğiliminin ilk işaretlerini, :mentalKLINIK’in performatif sergisini, Borusan Müzik Evi’nin İstiklâl Caddesi’ne bakan giriş cephesine yerleştirdiği ekrandan dışarıya naklen sunduğunda sanırız göstermeye başlamıştı.
İşte, bu metin de SENKRON’a dahil edilen söz konusu seçkinin yürek ve zihinlerde bıraktığı lezzeti kaydetmeye niyetleniyor.
Wang Sishun, Hakikat, 2014.
3’ 49''
Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan derlenen bu “demet”i tüm renkleriyle ve “kök”lerini birbirine kırdırmadan ele almaya çalıştığımızda, türlü çıkış noktaları beliriyor. Bu elektro-buketin enternasyonalliği, bunlardan ilki. İsviçre’den (Signer) ABD’ye (Doyle), Çin’den (Sishun) Finlandiya’ya (Karjalanien) ve oradan Hong Kong’a (Chi) ya da Meksika’ya (Zamora) varan çeşitliliğin, tesadüfi olmadığı kanısındayım.
Ortaya sunulan eserlere baktığımda, video ve Yeni Medya sanatı tarihinde biçimselliği bakımından da kilometre taşı olmaya aday nice ifade biçimiyle karşılaşıyorum. Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’na katılan yapıtların her biri, ötekiyle arasında seçilen üslûp zıtlığı sayesinde daha da kıymetleniyor. Farklı olan her bir yapıt, bir diğerinin derdine, kendi biricikliğinin güvencesi altında, tercümanlık ediyor.
Aklıma, ellerimizde büyüteçler ile bizlere dünyayı gezdiren pul koleksiyonlarını getiren bu videolar, peş peşe açılmayı bekledikleri ekranın içinde usulca biriktirdikleri onca etnik, ekolojik, ideolojik, teknolojik, folklorik, grafik ve lirik detayla baş döndürüyor.
Borusan’ın SENKRON’a şırıngaladığı bu çoğul hakikat, günümüz insanının ürettiği görsel, işitsel metinlerin mümkün en aktüel, eşitlikçi, hür ve kolektif çerçevede nasıl ve ne uğruna yan yana getirilebileceğini sınıyor.
Kişinin, 21. yüzyılda tanıklık ve belgecilik kurumları arasında kendini nasıl konumlandırdığı, hemen her eserle sorgulanan önemli bir soru işareti olarak kayda geçiyor. Biz izleyicilerin dünyadan neyi talep edeceğimiz ya da kendimizi hangi dönüşümlere açacağımız meselesi, aykırı, farklı, öteki, sakıncalı, rutin veya yeni olanın temsillerini izlediğimiz bu eserlere birer filigran gibi siniyor.
Sözgelimi Zamora’nın Tarihi Suistimal Etmek isimli çalışması, belgesele has bir soğukkanlılık taşımakla beraber, şahitlik ve iştirak mefhumlarınınn altını mümkün olan en sert imgelerle çiziyor. Görünüşte şiddet yüklü bu performatif yapıttaki insanlar, metruk bir hastane yapısının avlusunda, saksılarda yetişmiş olgun salon bitkilerini yok etmek sureti ile hürriyetlerine kavuşturuyor.
Hector Zamora, Tarihi Suistimal Etmek, 2015.
1’ 52''
Bu yapıt, eylemin kendisinden çok, eylemi meşrulaştıran kritik imayla kıymetleniyor. İzleyici, yaşamdaki yerini, sembolik olarak bu saksılardan biri ile mi, yoksa deneyimlediği “bitkisel hayat”ın farkındalık seviyesiyle mi izah edeceğini sorgulamanın eşiğine geliyor. Bu yönüyle Zamora’nın yapıtı, modern insanın kendini hapsettiği uygarlık kodesinde, yazgısına nereye kadar ve nasıl sahip çıkabileceğine ilişkin ahlâki bir sorgulamaya girişebileceği, sarsıcı bir zemin üretiyor.
Anti-kapitalist ve ego-egolojik ikilikler üzerine kurduğu ve Art Deco’yu anımsatan bonkör bir ritme sahip olan animasyon işiyle benzer bir silkinme hissiyatı uyandıran Chris Doyle da, bilim ve kurguyu birbirine düşüren varoluşçu bir yoğunluğu üzerimize boca ediyor. Dolarların bacalardan saçılıp yakıldığı, tonlarca endüstriyel tüketim nesnesinden ibaret dağların yaban bitkilerinin arsız enerjisine yenildiği, her ne hikmetse insansız bir kıyamet sahnesini gördükten sonra, aynı uyarıyı başka bir sanatçının da yaptığı anlaşılıyor.
Kapitalizmin “doğa”sı ile organik doğanın karakterindeki uyumsuzluk, kıdemli video sanatçısı Roman Singer’in 56 küçük helikopteri, dikdörtgen biçimli bir oda içinde ilk elde son derece sempatikmiş gibi bizlere yansıtan eseriyle gözler önüne seriliyor. Eserde ilk başta doğal birer canlı muamelesi göstererek sempati duyduğumuz robot kanatlılar, zamanla birbirlerinin vahşi birer hasmına dönüşerek, insanlığın ta kendisine (ve onun yabanıl doğasına) harika bir metafor üretiyor.
Keza, Erdal İnci’nin İstiklal Caddesi adlı videosuna bakınca da, bireyin, zaman ve mekândaki sahiciliği ile iktidarının, yine ürkütücü bir yeknesaklıkla sınandığını görmek mümkün. İlk elde göze çok hoş gelen bu grafik dalganın, bir süre sonra kişinin kendi boynuna bizzat geçirdiği bir halkanın tasvirinden başka bir şey olmadığı fikri, insanın ruhuna çöreklenip, kalıyor. Güzel ve rutin olanı neyin doğurup sahiplendiği sorusunu cesaretle görselleştiren İnci, yapıtlarında bireyin mi kamudan, yoksa kamunun mu bireyden türemekle yükümlü olduğunu, grafik “beste”leriyle araştırmasıyla tanınıyor.
Eelco Brand, FT.Movi, 2017.
1’ 06’'
Öte yandan, Doğa mefhumunun dijital evrende tabir ve tasviri, video ve Yeni Medya sanatının tükenmek bilmeyen bir araştırma ve pratik sahası olacağa benziyor. Bu durumu araştıran Eelco Brand’ın gıpta edilecek güzellikteki “dijital natürmort”u da kişiyi sosyolojik ve felsefi bir krizin tam ortasına bırakıyor. Güzel olduğundan emin olduğumuz bir meyveli tropik bitki, uyuşturucu bir estetik potansiyel ile bizi kendimizden geçirirken, aynı imgenin aslında bir yazılımdan ibaret oluşu, neye, ne seviyede hayranlık duyduğumuzu, kendimizi kendi özgür irademizle bu şeye, ne kadar teslim ettiğimizi bizlere tekrar tekrar sorgulatmış oluyor.
Hannu Karjalainen, Bir Mimara Doğru, 2010.
5’ 15''
Yorumun sınırlarını mümkün olan en radikal biçimde test etmeye gönüllü bir diğer sanatçı olan Hannu Karjalanien’in Bir Mimara Doğru isimli, 2010 tarihli çalışması da kimi “biçimsel tıkanıklıklar”ı gerek ifade, gerekse içerik bağlamında müzakere etmeyi başarıyor. Bir canlı büst, bu performatif videoda sanatçı tarafından aynı anda hem alabildiğince soyut, hem de somut biçimde dönüşüme uğratılıyor. Sanatçı, Batı çehresine sahip bir beyaz yakalı erkeğe renkli boyalarla yaptığı müdahale ile, geç modern sanatın Beden Sanatı hareketine de selâmlarını ileterek, teslimiyet ve temsiliyet arasındaki ezeli rekabetin daha yeni başladığını haber veriyor.
Tıpkı, soyut resim, video ve performansı aynı anda sindiren, anonim isimli Universal Everything inisiyatifinin ortaya koyduğu Mevcudiyet isimli soyut videoda deneyimlediğimiz, ya da Wang Sishun’un, suyu, ateşi, yolu, kayayı ve güneşi radikal ancak şairane biçimde tersyüz ederek gerçeküstücü-soyut birer eylem dokümanı haline getirdiği, 2014 tarihli Hakikat isimli video kolajında şahit olduğumuz gibi. Veya, eriyen buzulların ikram ettiği küresel ısınma hakikati karşısında insanoğlunun kendi egosunun sırçaköşkünde tıkılı kaldığı uyuşturucu hayal âlemine güzellemede bulunan İksir IV isimli video-animasyonu ile, Marina Zurkow’un ortaya koyduğu gibi.
Kwan Sheung Chi, Bir Milyon (Türk Lirası), 2015.
107’ 8''
Resim, heykel, performans, edebiyat ve tiyatronun belleğini içselleştiren bu demet, 1 Milyon (Türk Lirası)’nı bize yine hipnotik hâlde ve giderek gülünçleşen bir açgözlülük vurgusu ile saydıran Kwang Sheung Chi’nin videosu ile tamamlanıyor.
2021 dünyasının senkronunu yitiren tüm sistemleri, künyeleri, envanter bilgileri ve alışkanlıkları, Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan seçilen 10 video yapıtta art arda izlediğimiz armonik bir kaosa kaynaklık ediyor.
İnsana nüfuz eden bu yapıtların kendilerine has tutarlılıklarını ve birbirlerine kattıkları anlamların kontrastını zedelemeden, onları ille de belli bir biçimde nitelemeden ve tüm çıkarlara riayet eden, hijyenik bir anlayışla sergileme alışkanlığına feda etmeden sunan seçki, yaşam dediğimiz bu sistematik kaosu bir parça senkronize ediyor.
YAZAR HAKKINDA
Evrim Altuğ
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema - Televizyon Bölümü ve İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Sahne ve Gösteri Sanatları Bölümü’nde (burslu olarak) bir süre eğitim aldı; aynı üniversitede Tasarım Kültürü ve Yönetimi Sertifika Programı’na katıldı. 2003’te yeniden faaliyete açılan Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Birliği - AICA Türkiye’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı. Derneğin Türkiye biriminde iki dönem boyunca başkanlık görevini üstlenen ve halen yönetim kurulu üyesi olan Altuğ, halen Art Unlimited, Gazete Duvar, Hürriyet Kitap-Sanat ve Arkas News gibi basılı ve dijital mecralarda kültür - sanat gazeteciliğini sürdürüyor. Açık Radyo'da Yolgeçen programına Rahmi Öğdül ile devam eden, SAHA derneğinin konuk yazar programına 2019’da seçilen Altuğ, yine Açık Radyo’da, İlksen Mavituna editörlüğündeki Açık Dergi kapsamında da kültür - sanat gazeteciliğini sürdürüyor. Altuğ ayrıca, son dönemde de Zilberman Galeri'nin Istanbul direktörlüğünü üstlenmiş bulunuyor.