Dünden bugüne Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu gerek sipariş edilen eserlerle, gerekse küratoryal seçkilerin ışığındaki sergilerle büyüyor, evrimini sürdürüyor.
DENİZ CAN
denizdcan@me.com
Bu süreçte bir koleksiyon için en önemli unsurlardan biri de koleksiyona dahil edilen sanat eserinin güncelliğini koruması belki de. M. Reşat Başar’a göre, “Yirminci yüzyıl başından bu yana izlenmesi oldukça zor olan endüstriyel, toplumsal ve sanatsal dönüşümler, sanatçılar için yeni medya arayışları ve olanakları sunmuştur.” 1 Günümüzde hızla değişen sanat üretimi ve tercihleri, ortaya çıkan yeni olanak ve arayışlarla kimi zaman kısa ömürlü eğilimler doğururken, koleksiyonlar geçici heveslerin ötesindekini bünyesine katma çabasındalar. Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndaki eserlerin günümüz sanat ortamındaki konumuna ve üstlendiği yeni anlamlara bakmak bu açıdan geçmiş ve gelecek arasındaki zamanda keyifli bir yolculuğa çıkarıyor bizleri.
2016’nın Mart ayında Borusan Contemporary’nde Charles Merewether küratörlüğündeki teamLab: Sanat ile Fiziksel Mekânın Arasında sergisi açılmıştı. Her biri izleyiciyi içine çeken ve onunla etkileşime geçen eserler arasında Sınırların Ötesindeki Kelebeklerin Kanat Çırpışı (2015, interaktif dijital yerleştirme), Boşluk (2016, dijital çalışma, dört kanallı), Soğuk Hayat (2014, dijital çalışma 7’15”, sürekli döngü, kaligrafi: Sisyu), Siyah Dalgalar (2016, dijital yerleştirme, sürekli döngü), Çiçekler ve İnsanlar Kontrol Edilemez, Birlikte Yaşarlar: Her Saat Bir Yıl Boyunca (2015, interaktif dijital yerleştirme, ses: Hideaki Takahashi) ve Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’na dahil edilen Su Parçacıklarının Evreni (2013, dijital çalışma, sürekli döngü) yer alıyordu.
Hafızaları tazelemek adına sergide kısaca izleyicileri neyin karşıladığından bahsetmekte fayda olabilir. teamLab ile Temmuz 2016’da Takashi Kudo ve Ikkan Sanada ile gerçekleştirdiği röportajda Borusan Contemporary’de 2015 yılında gerçekleştirilen Görünenin Ardındaki sergisinin küratörü Christiane Paul, eserlerin çoğunun fiziki mekânlar içerisinde görsel dünyalar yaratan odayı kapsayan yerleştirmelerden oluştuğunu ve bu yerleştirmelerin genellikle izleyicinin varlığı ve beden hareketleri ile fiziksel bir etkileşime geçtiklerinin altını çiziyor. İzleyiciyi esere etki edebilecek bir konuma yerleştirerek deneyimini farklı bir boyuta geçiren ekip, teknolojinin olanakları ile izleyiciyi bir katılımcıya dönüştürüyor. Sanatçı kolektifinin üyesi Takashi Kudo da Paul ile gerçekleştirdikleri söyleşide, dijitalin eser ve izleyici arasındaki ilişkiyi geliştirebileceğine inandıklarını ifade ediyor. Ancak bu eserler arasında özellikle Su Parçacıklarının Evreni gelenek ile gelecek arasında hem biçimsel hem de içerik anlamında gözle görülür bir bağ kuruyor. Karanlık odayı paylaştığı diğer yapıtlardan çizgilerin baş rolde olduğu sonsuz hareketi ile ayrılan eser, suyun hareketinin nasıl görünür kılınabileceğine dair süregelen önerilere geçmişin reçetesiyle cevap veriyor. Kudo, Paul ile gerçekleşen röportajda, Japon sanatında doğa olaylarının uzun gözlemler sonucunda tasvir edildiğine dikkat çekiyor. Batı sanatıyla Japon sanatı arasında suyun tasvirindeki temel farklılığın suyun hareketine bağlı olduğunu verdiği örneklerden çıkarmak mümkün.
Batı sanatında su birikintileri ve ıslak kaldırımlar aracılığıyla yağan yağmur dolaylı olarak anlatılırken, Japon sanatçıların eserlerinde yağmur çizgilerle göze görünüyor. 2 Doğanın ve suyun sonsuz hareketini geçmişten alınan ilhamla karanlık odaya taşıyan teamLab, sanki sanal bir şelalenin karşısında değil de gerçek bir kayanın üzerinden dökülen suyun karşısındaymış hissi yaratıyor. Resimde kullanılmış olan, birbirini takip eden çizgilerin aksine Su Parçacıklarının Evreni’nde sıçrayan, dağılan ve akan suyu görmek mümkün.
Bünyesinde sanatçı, matematikçi, mimar, bilgisayar programcıları ve mühendislerin bulunduğu teamLab’in doğanın kapsayıcı tasvirlerini yaratmadaki becerisi de bu farklı disiplinlerden gelen üyelerinin kendi alanlarındaki uzmanlıklarını harmanlamasından doğuyor. Sanat aracılığıyla doğa, teknoloji ve insan arasında yeni ilişkiler kurmayı hedefleyen topluluğa göre yapıtlarında suyun hareketini betimlemek için geleneksel Japon sanatından devraldıkları çizgiler, suyu aynı zamanda canlı bir varlık olarak değerlendirme olanağı sunuyor. Su damlacıklarını tek bir yaşayan yapı olarak görmeye olanak sağlayan bu dijital teknoloji ürünü yapıt, aynı zamanda doğa dışı bir üretim olmasıyla da kendi çelişkisini yaratıyor. Doğa ve teknoloji, teknoloji ve insan, insan ve doğa arası sınırların giderek bulanıklaştığı günümüzde, Su Parçacıklarının Evreni aslında birbirinden bağımsız olduğunu düşündüğümüz bu yapıların belki de birbirinden ayrı düşünülemeyeceği fikrinin zihinlerde filizlenmesine imkân sağlıyor. 2013 yılında üretilen bu eser, Yedinci Kıta başlığıyla 2019 yılının Eylül-Kasım aylarını izlenmiş olan 16. İstanbul Bienali’nin işlediği Antroposen, Kapitalosen, doğa-insan-teknoloji ilişkileri gibi birçok güncel konuya dokunmaya devam ediyor.
Daha önce de bahsi geçtiği gibi, kimine göre kendi içinde bir çelişki kimine göre kaçınılmaz olan, eserin sanal dünya aracılığıyla doğayı tasvir ediyor oluşu, sanat ve felsefenin uzun zamandır tartıştığı “gerçeklik” olgusunu da bugüne taşıyor. Sanat üretiminde doğal malzemenin kullanımı karşısında doğayı olağanca gerçekliğiyle sunan ekranlar ve duvarlarla karşılaştıkça soru işaretleri birer birer beliriyor. Gerçek nedir? Doğayı nasıl tanımlarız? Sanal olanı tabiattan ayıran nedir? Bu ve benzeri sorular eşliğinde Su Parçacıklarının Evreni kendi evrenimizle iç içe geçerek dağılıyor. Karanlık odalarında bambaşka evrenlere yolculuk ederken kendimizle karşı karşıya geldiğimiz Perili Köşk bakalım gelecekte bizleri nasıl karşılayacak.
Şimdiye kadar açılan sergi ve koleksiyonuna kattığı eserlerle Borusan Contemporary kendi içinde nasıl evriliyor görmek için teamLab Su Parçacıklarının Evreni’nden başlayan yolculuğumuz önümüzdeki günlerde bizi bu kez bambaşka bir eserle buluşturacak. Eserler arasındaki bağlar ve farklılıklar, eserlerin mekân ve izleyiciyle kurduğu çeşitli ilişkiler de bu incelemelerin parçası olmaya devam edecek. Böylece koleksiyon genelinde baskın olan doğa temasının birçok sanatçı ve kolektif tarafından nasıl ele alındığını da görmek mümkün olacak.
YAZAR HAKKINDA
Deniz Can
İzmir’de 2011 yılında program koordinatörlüğünü üstlendiği KKSM ile sanat sektörüne dahil olan Deniz Can, burada yerel yönetimler, kültür kurumları ve üniversitelerin desteğiyle aylık çıkardığı rotalar üzerindeki sergilerin anlatım eşliğinde gezildiği ilk Sanat Rotası etkinliklerini gerçekleştirdi. Etkinlik serisi, bugün kurucu ortağı olduğu deneyimsel sanat girişiminin tohumlarını attı. Sanat ve izleyici deneyimi odaklı çalışmalarını İstanbul, İzmir ve yurt dışında sürdüren Can, İzmir’de kuruma bağlı edindiği küratörlük tecrübesini bağımsız olarak sürdürmek üzere İstanbul’a yerleşti. Özel İzmir Amerikan Koleji, Koç Üniversitesi Ekonomi Bölümü ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Yönetimi Yüksek Lisans eğitimini tamamlayan Can, akademik yazım alışkanlığını profesyonel olarak sürdürmektedir.