Ekmel Ertan, Borusan Contemporary’nin Ebedi Prelüd sergisinde, sanat ile ofis dünyalarının iç içe geçtiği bir evrende izleyiciyi iki paralel gerçeklik arasında bir yolculuğa çıkarıyor. Sergi, öne çıkan yeni medya eserleriyle izleyicisine farklı bir deneyim sunuyor.
Borusan Contemporary’de sergi gezme deneyimi oldukça farklı. Perili Köşk hafta içleri Borusan Holding’in merkezi, hafta sonları ise bir sergi mekânı. Bu işlev değişikliği aynı kabuk içinde gerçekleşiyor; bu da bana donanım-yazılım ilişkisini hatırlatıyor.
Değişmeyen kabuğun (donanımın) içinde, ki bu bir ofis binası, onun etkilerinden de kaçamayarak ve sanat izleyicisi olarak alışık olduğunuz, dış dünyanın izlerinden mümkün olduğunca arındırılmış beyaz küp yerine, çalışma alanlarına yerleştirilmiş eserlerle karşı karşıya geliyorsunuz. İşlev yeniden değiştiğinde eserler hayatın içerisinde olacaklar, bunu biliyorsunuz; başkasının hayatına bakıyor gibisiniz. Bir tür şaşırtmaca, arada gelmişsiniz.
Bir hafta sonu binanın ikinci katındaki galeri mekânında yer alan geçici sergiyi gezip binanın üst katlarına doğru ilerliyorsunuz. Genel eğilim ya da benim rotam, ikinci kattaki ana galeri mekânından sonra dördüncü kata çıkıp geçici serginin devamı olan galeri salonunu gezerek geçici sergiyi tamamlamak ve ardından da en üst kata çıkıp aşağıya doğru ofis katlarında dolaşarak koleksiyon sergisini gezmeye başlamak.
İşte sözünü ettiğim sanat izleme deneyimi ofis katlarında değişiyor. Bir galeri ya da müze mekânında değilsiniz. Bir özel sanat koleksiyonunu canlı izliyorsunuz. Canlı sözcüğünü özellikle kullanıyorum, canlı yayın’daki gibi. Yukarıda bahsi geçen “arada gelmişliğiniz” de tam o an, o hafta sonu, adeta yayın arasındayken girip bakıyorsunuz eserlere. Oysa eserler siz bakmadığınızda canlı yayında. Schrödinger’in kedisi gibi bir paradoks.
Dışındaki dünyadan izole edilmeden sunulan, yerleştikleri mekânla kaçınılmaz olarak ilişkiye giren eserlerin her biri farklı ve yeni bir bağlama oturuyor. Her bir eser, mekânla bağını farklı kuruyor. Bazıları dekoratif nesnelere dönüşürken bazıları yabancılaşma ve çatışma ile etki alanını genişletiyor.
Özellikle koleksiyonda çok sayıda örneği olan, terk edilmişliği veya kendi halindeliği ile aynı anda hem yabancılık hem nostalji duygusu yaşatan mekânsal fotoğraf işleriyle karşılaşınca bu etki pekişiyor.
Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan güncel bir seçki sunan Ebedi Prelüd seçkisinde, Hollandalı fotoğraf sanatçısı Ellen Kooi’nin, doğa manzarası ile portre fotoğrafının iç içe geçtiği stilize fotoğrafları çok etkileyici. Muhteşem bir görsel uyum içinde teatral bir kurguyla doğa manzarasına yerleştirilmiş yalnız insanlara bakıyorsunuz. Aranızda bir masa ya da ofis hayatına dair bir detay var. Jose Maria Mellado’nun Tequendama Şelaleleri’nde (2008) muhteşem bir doğa manzarasının karşısındasınız. Edward Burtynsky’nin Gemi Sökümü’nde (2000) ise doğa manzarasına dönüşmüş bir iş yeri fotoğrafını, bambaşka bir iş yerinden izliyorsunuz. Bu karşılaşmaların her birinde, içinde olduğunuz mekândan koparak başka bir ilişkilenme halinde; başka bir mekâna, eserin mekânına giriyorsunuz. Eserler öyle bir kuvvetle kendine çekiyor ki sizi, bir süre sonra sadece eserleri görmeye başlıyorsunuz, bulunduğunuz mekân önemini yitiriyor. Bu, sanatın gündelik hayatın içinde, dilde ve duyguda dolaşıma girmesinin kıymetini hatırlatıyor ya da gösteriyor.
Mekânsal deneyimden ayrılıp Ebedi Prelüd sergisine ve koleksiyondan yapılan seçkiye dönelim. Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu Türkiye’deki pek çok koleksiyondan birkaç bakımdan ayrışıyor. Bu ayrışma noktaları; odaklanma, genel estetik anlayışı olabilir. Ancak benim için temel ayrışma noktası koleksiyonun önemli bir damarını oluşturan yeni medya işleri. Koleksiyon, yeni medya sanatının tarihi açısından önemli sanatçıları ve eserleri barındırıyor. Türkiye’de yeni medya işleri alan koleksiyonerler az da olsa var ama tarihsel bir bakışla, uluslararası ölçekte iş toplayan ve sayıca bir koleksiyon niteliğine ulaşan başka bir örnek -bildiğim kadarıyla- yok.
Ebedi Prelüd seçkisinde yeni medya sanatı kategorisinde yer alan dört sanatçı ve bu dört sanatçının dört işi var: Sanatçılar Laurent Bolognini, Marina Zurkow, Alen Rath ve U-Ram Choe. Bunlar, karakterleri bakımından oldukça farklı isimler ve işler. Bu da yeni medya sanatının doğasıyla ilgili bir durum; yeni medya sözcüğü İngilizceden geldiği haliyle bu çoğulluğa zaten işaret ediyor. Bolognini’nin işleri genel olarak koleksiyondaki ışık sanatı kategorisine de girebilirdi ama bu sınıflama iş bazında da değişebiliyor. Şunu da söylemek lazım ki pek çok iş birden fazla kategoriye girebilir. Aslında sanatta net tanımlar yapmak ve sınırlar çizmek diğer konularda olduğu gibi bu konuda da zor.
Laurent Bolognini, X-360.
Değişken ölçüler.
Kinetik yerleştirme, 8 led ampül, 3 motor.
Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu ve sanatçı izniyle.
Bolognini’nin ışıklı ve hareketli heykellerine aeroglyphic (Yunancadan aero, hava ve glyph”çizim sözcüklerinden, havaya çizmek) heykeller deniyor. Ebedi Prelüd seçkisinde yer alan eseri X-360 da bunlardan biri. Aslında sekiz tane LED ampul ve üç motordan oluşan bu ışıklı ve hareketli mekanizma çalıştığında iç içe geçmiş iki küre görüyorsunuz. Bir tür illüzyonla karşı karşıyasınız; sinemadan da bildiğimiz, gözün fiziksel sınırları ve beynin tamamlama fonksiyonu (gestalt ilkesi) birlikte çalışıp havada bir küre yaratıyor. Ortada bir küre yok ya aslında; o küre sadece izleyen birisi varsa mevcut. Hatta izleyen bir insansa mevcut; hayvanlar veya böcekler ya da başka canlılar pek muhtemel o küreyi görmüyor.
Bu yanıyla da Bolognini’nin sanatına “immaterial” yani “maddesiz sanat” demek de mümkün. Elbette mekanik yapı, ampuller ve motorlar orada ama küreler yok. Yani sanat eseri olarak gördüğümüz şey aslında yok. Yeni medya sanatı kavramlarından bir başkası olan sanal gerçeklik mi bu peki? Kavramsal olarak evet, gördüğümüz şey sanal, ama terminolojik olarak sanal gerçeklik değil. VR (Virtual Reality) veya sanal gerçeklikle dijital olarak yaratılmış bir evrenin, etkileşim içerisinde bir görüntüsünü veya görüntülerini kastediyoruz. Bu terim doğrudan VR teknolojilerinin sanatsal uygulamaları ile ilişkili. Bolognini’nin küresine sanal diyebiliriz ama işe yeni medya sanatının bir dalı olan sanal gerçeklik sanatı diyemeyiz. Bolognini’yi veya X-360’ı yeni medya olarak sınıflamak için sanal gerçeklik olması gerekmiyor tabii ki; bu noktaya yeni medya sanatını biraz kurcalamak, açmak için atladım. Ama başka gerekçelerle de, ben Bolognini’yi yeni medyadan çok ışık sanatı kategorisine oturtuyor, hatta kinetik sanat ve Op Art’la ilişkilendiriyorum. Ayrıca yine kişisel olarak, yeni medya sanatının bir meselesi olduğunu düşünüyorum, sadece soyut veya dekoratif işleri de bu kategoride görmüyorum.
Tam da buradan sergide Mesocosm (Northumberland, İngiltere) (2011) isimli işi yer alan Marina Zurkow’a geçmek anlamlı olur. Zira Marina Zurkow için bir yeni medya sanatçısı diyebiliriz. Diyebiliriz ama demesek de olur. Çünkü çağdaş sanatı ve sanatçıları genel olarak medyumla sınırlayarak anmıyoruz: hem medyum önemsizleştiği ve anlatının gerisinde kaldığı için, hem de pek çok medyum, biriyle kategorize edilmesi imkansız biçimde bir araya geldiği için.
Marina Zurkow, Mesocosm (Northumberland UK), 2011.
Tek kanallı yazılım tabanlı animasyon, renkli, sesli.
Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu, sanatçı ve Bitforms Gallery, NY izniyle.
Mesocosm animasyonlardan oluşan bir seri; bu seriden üç iş (Northumberland, İngiltere; Times Meydanı, New York; Wink, TX) Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’nda yer alıyor. Edebi Prelude seçkisinde yer alan Mesocosm (Northumberland, İngiltere) (2011), İngiltere’nin kuzeydoğusunda İskoçya sınırında doğal güzellikleri ve kültürel mirası ile bilinen ve İngiltere’nin nüfus yoğunluğu en düşük bölgesi. Animasyon bu bölgeyi temsil eden görsel özellikler ve referanslarını bölgeden alan iklim ve doğa hareketleri ile bir yılı temsil eden 146 saat boyunca sürüyor. Animasyonda her saat bir dakikayla temsil ediliyor; mevsimler, gece gündüz, kuşların ve hayvanların hareketleri, yağmur, kar vb. doğa olayları ile sahneler algoritmik olarak değişiyor. Hiçbir sahne tekrarlamıyor. Bu sabit 146 saatlik bir video değil; 146 saat sürecek şekilde, olayların belli bir algoritma ile arka arkaya gelerek animasyonu oluşturduğu bir program. Dolayısıyla her gösterildiğinde, her 146 saatte, aslında başka bir video oynuyor.
Bu tam da bir yeni medya işi; 2011 yılında yapılan iş dönemin özelliklerini yansıtıyor. O yıllarda ve öncesinde de, algoritmaların nasıl düşünüldüğü ve sanat işlerinde kullanımına dair çok iyi bir örnek. Zurkow benzer bir işi bugün yapsaydı muhtemelen yapay zeka algoritmalarını kullanırdı. Belki de kullanmazdı; zira bu aslında insan müdahalesiyle dönüşen ekosistemleri ele alan ve doğanın döngüselliğine vurgu yapan, iklim değişimi ve türler hakkında ekolojik kaygıları olan bir seri. Yapay zeka ile iklim değişimi arasındaki tehlikeli ilişkiyi düşününce, belki de kullanmazdı dedim ama son dönemde yaptığı çalışmalarda yapay zeka yardımıyla görseller ürettiğine göre, belki de kullanırdı. Bu işi hem özel bir algoritma ile bilgisayar tarafından o anda orada yaratılan animasyonu seyretmek, hem sanatçının çizimle oluşturduğu siyah beyaz dünyayı izlemek hem de anlatısını alımlamak için görmelisiniz.
Bu arada sahneye girip çıkan ve insanı temsil eden adam figürü Lucian Freud’un Çıplak Adam, Arkadan Görünüm (1992) isimli eserinden esinlenilmiş.
Alan Rath, Gözcü VIII, 2011.
134,62 x 101,6 x 43,18 cm.
Alüminyum, FR-4, polietilen, tasarım elektronik, LCD’ler.
Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu ve sanatçı izniyle.
Bir diğer yeni medya sanatçısı 2020 yılında hayatını kaybeden Alan Rath. Rath, 1985 yılından ölümüne kadar, özel tasarlanmış elektronik ve yazılımla CRT veya LCD ekranlara yerleştirdiği gözler başta olmak üzere, ağız, burun, eller gibi insan bedenine ait parçalarla hareketli robotik heykeller üretti. Bir yanıyla eğlenceli görünen bu eserler, mekanik uzantılara yerleştirilmiş ekranlardaki insan parçalarıyla tuhaf yaratıklara dönüşerek, teknoloji ile insan bedeninin grotesk bir birleşimini oluşturuyor. Ebedi Prelüd’de Rath’ın Gözcü VIII (2011) işi sergileniyor. Duvardaki enstalasyondan iki göz size bakıyor gibi, arada kırpışıyor, -bazen senkron bazen değil- sağa sola bakıyorlar. Bir yanıyla, gözetim toplumu ya da Big Brother ile ilişkilendirilebilecek şekilde tehditkâr görünüyorlar. Ancak Rath’ın sanat pratiğini göz önünde bulundurunca bu tehditkâr gözler daha çok mekanı paylaştığınız garip yaratıklara dönüşüyor. Rath’ın işleri, bence, otoriter topluma dair bir tehditten çok, tuhaf ve paradoksal bir birleşime, insanın ve insan bedeninin teknoloji ile dönüşümüne işaret ediyor. Rath’ın ustalıkla yarattığı heykeller cyberpunk (siberpunk) estetiğini de anımsatıyor.
U-Ram Choe’nin kinetik heykelleri ise estetik olarak başka bir uçta; özellikle bu seçkide yer alan Arbor Deus Pennatus (2011) bir mücevher gibi duruyor yerleştiği duvarda. Hem formu hem de birbirine eklemlenerek bütünü oluşturan, doğadan esinlenerek stilize edilmiş ve ince bir işçilikle üretilmiş metal parçaların zerafetiyle bir kuş sakince kanat çırpıyor.
Choe, doğal formlardan ve biyolojiden esinlenen, hareketli metal heykeller üretiyor. Rath’ın cyberpunk’ı anımsattığını söylemiştim, Choe’nin çalışmaları ise steampunk (buhar çılgınlığı) estetiğini çağrıştırıyor diyebiliriz; Koreli sanatçının doğuya ait minimalizmini, detaycılığını ve sabrını da ekleyerek. Paslanmaz çelik, alüminyum, pirinç, bakır ve altın gibi çeşitli malzemeleri, mücevherat ustasının titizliğiyle bir araya getirerek formu oluşturan, birleşme detayları ve hareketi aktaran dişlileri estetik yapının örgün ögeleri haline getiren sanatçı, mekanik çözümleriyle de muhteşem kinetik heykeller yaratıyor. Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu'nda Choe’nin beş işi daha var, daha önceki sergilerde aynı estetik ve mekanik mükemmelliğe sahip olan diğerlerini de hayranlıkla seyretmiştim.
U-Ram Choe, Arbor Deus Pennatus, 2011.
79 x 112 x 46 cm. Metallik materyal, makine, özel üretim CPU.
Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu ve sanatçı izniyle.
Son olarak, benim yeni medya ile bir şekilde ilişkilendirdiğim ve etkileyici bulduğum bir başka sanatçı ise Martin Walde ve sergideki işi Hallucigenia 3 (2009). Bu eser, 500 milyon yıl önce yaşamış ve soyu tükenmiş bir deniz canlısı formundan esinlenerek yaratılmış, türün örneklerinden oluşan Hallucigenia serisine ait bir iş. Daha fazlasını izleyiciye bırakarak bu işi görünce nazikçe dokunmayı unutmamanızı hatırlatıyorum.
* Sanatçılar ve eserleri hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, sıralanan web sitelerini ziyaret edebilirsiniz: Alan Rath, U-Ram Choe, Marina Zurkow ve Martin Walde.
YAZAR HAKKINDA
Ekmel Ertan küratör, sanat yöneticisi, sanatçı ve eğitimci olarak çalışır. Sanat ve teknoloji alanında araştırma, sanatsal üretim ve sergileme yapan, İstanbul’da kurulu amberPlatform /BİS Beden İşlemsel Sanatlar Derneğinin kurucu üyesi ve sanat yöneticisidir. 2007-2015 yılları arasında “amber Sanat ve Teknoloji Festivalinin” yöneticiliğini yapmıştır. Bağımsız küratör olarak Türkiye ve yurtdışında sanat ve teknoloji kesişiminde sergi ve etkinlikler düzenlemektedir. Ertan Amerika, Avrupa Ülkeleri ve Türkiye’de kendi sanatsal üretimini sergilemiştir. Ertan 2007’den bu yana sanat ve teknoloji bağlantılı birçok Avrupa Topluluğu destekli uluslararası projenin yerel koordinatörlüğü veya yöneticiliğini yapmaktadır.
İstanbul Teknik Üniversitesinden Elektronik ve Haberleşme mühendisi olarak mezun oldu, Yıldız Teknik Üniversitesinden Etkileşimli Medya Tasarımı master derecesini aldı. Turkiye, Almanya ve Belçika'da tasarım mühendisi olarak çalıştı. İstanbul’a 1997-2005 arasında kendi multimedya tasarım şirketini yürüttü. 1999 'dan bu yana Bilgi Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi tasarım bölümleri ve İstanbul Teknik Üniversitesi TBT programı, İzmir Ekonomi Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesinde tasarım ve medya sanatı dersleri verdi /veriyor. İstanbul ve Berlin’de yaşıyor ve çalışıyor.