Blog

Akışın Poetikası: Aritmi Üzerine Düşünceler

15 Ağustos 2024 Prş

Ecem Arslanay, "Aritmi" sergisindeki eserleri inceleyerek dilin şiirsel kökenlerinden dijital formların bulanık sınırlarına kadar uzanan kapsamlı bir analiz sunuyor.

Emerson, dili fosilleşmiş şiir olarak düşünmeyi teklif etti, çünkü sayısız mikroskobik canlının kabuğundan oluşan kireçtaşı gibi, dil de imge veya mecaz tortularıyla şekillenmişti ve belki bu devinim, ona şiirsel kaynaklarını unutturmuştu. 1

Serginin başlığı Aritmi. Bu nedenle, “ritim” kelimesini inceleyip, yazdığımız gibi okuduğumuz, telaffuz ettiğimiz ve sözlüklerde bulduğumuz bu kelimenin, etimolojik kökenine inerek, içindeki şiirsel özünü açığa çıkarmaya çalışacağım. Ritim kelimesi, Eski Yunanca’da “akmak” anlamına gelen ῥέω (rheo) fiilinden türemiş olan ῥυθμός (rhythmos) kelimesinden gelir. Bu durumda, ritmin unutulan şiirsel kökeni “akmak” (rheo), üzerindeki “kabuklar” ise (rhythmos) yani “ölçü,” “düzen” veya “kalıp” olarak ortaya çıkıyor. Akışkan, sürekli ve kesintisiz bir varlık olan ritim, nasıl olup da katı, sıkı, sınırlı, sabit, düzenleyici ve ayrıştırıcı bir yapıya dönüşmüş? Bu dönüşüm, ritmin özündeki akışkan ve süreğen doğasını nasıl kaybettiğini sorguluyor.

Ağaçlarla nasıl iletişim kurabileceğimizi öğrenmeye, petrolün çıkarılması ve dönüştürülmesine harcadığımız kadar enerji harcamış olsaydık, belki de fotosentez yoluyla bir şehri aydınlatabilecek durumda olurduk ya da damarlarımızda bitki özsuyunun aktığını hissedebilirdik. Ancak Batı uygarlığımız, dayanışma veya dönüşümde değil; sermaye ve tahakkümde, karbon enerjisi ve çıkarıcılıkta, taksonomi ve tanımlamada uzmanlaştı.
Paul B. Preciado 2

Sergi kapsamında, ritim kelimesinin kökenini derinlemesine incelemeden önce, öncelikle dış katmanlarına bakmak istiyorum. Bu kelime bende ilk olarak gezegensel bir ritim bozukluğu hissi uyandırıyor. Yüzyıllar boyunca, güneş ve ay döngüleri, okyanus gelgitleri, kuş göçleri ve bitki çiçeklenmeleri gibi gözlemlenebilir ritimler insan zamanını belirlerken, günümüzde kapitalist ekonomilere hizmet etmek amacıyla insan zamanı atom altı ritimlerle düzenleniyor. Artık gezegenimizin her parçası, gözle görülemeyecek kadar küçük olan atom altı parçacıkların hareketleriyle ölçülüyor. Örneğin, bir fotonun bir hidrojen molekülünün içinden geçme süresi olan zepto saniye, yani bir saniyenin milyarda birinin trilyonda biri. Bu hassas ölçümler, üretimi kalibre ederken günlük yaşamı da süresi, adımları, kaynakları ve hareketleri belirlenmiş parçalara ayıran küçük “tik tak”lara dönüştürüyor. Bu küçük, metalaşmış tik taklar, gezegenimizin büyük, ağır, derin ve eski ritimlerini hızlandırıyor ve istikrarsızlaştırıyor. 3 Ve bu yüzden, gezegenimizde mevsimler şaşıyor, göç yolları değişiyor ve ekosistemler çöküyor.

Mat Collishaw, “Even to the End III”, 2023.

Mat Collishaw’un Melez Gücü videosu, bozuk büyük saatin kendini onarma sürecini anlatıyor. Bu süreç, doyumsuz küçük saati imha ederek kendini yeniden yapılandırmayı içeriyor. İnsan nesli tükenmiş durumda. İnsan 4 , ürettiği tüm zehri, dünyanın etrafını iki buçuk kez sarabilen uzun damarları aracılığıyla kendi geçirgen bedenine almış. Nihayetinde, kendi metabolizması büyük metabolizmanın küçücük bir parçası. Artık plastiklerden yeni bir kıta oluşturan bazı adaları nükleer testler için ayıran, okyanus tabanını mineral için kazıp nehirleri zehirleyen, ormanları tarım alanlarına dönüştüren, toprağı kimyasal gübreyle boğan ve havayı sera gazlarıyla dolduran kimse kalmadı. Sadece bitkiler ve tablolar var. Collishaw’un National Gallery’de canlandırdığı bu insansız gelecek, müzeleri basıp tabloların önünde dramatik eylemler yapan iklim aktivistlerinin “Daha değerli olan nedir, sanat mı yoksa yaşam mı? Bir tablonun korunmasıyla mı yoksa gezegenimizin ve insanların korunmasıyla mı daha çok ilgileniyorsunuz?” sorusunu hatırlatıyor.

Olay yerinin bir müze oluşu ve Collishaw’un yağlı boya resimler ile melez çiçeklerin tarih içindeki fiyat farkını karşılaştırma amacında olması, beni taksonomi meselesine götürüyor. Bu tema, sergideki diğer eserlerinde de belirgin bir şekilde hissediliyor. Melez Gücü için Collishaw, “Bu eser bir bakıma bir Vanitas portresi; insanoğlunun kibrinin, muhteşem yağlı boya tablolar biçiminde zarif kültürel simgeler yaratma arzusunun ve gezegeni yöneten doğal güçleri ihmal edişinin bir tasviri” diyor. 5 Bu söylemiyle, Aristo’dan günümüze uzanan bilimsel taksonomilerin insanı en üstte konumlandırıp, geride kalanları insanın çıkarlarına göre basamaklandıran (var)oluş hiyerarşisini hatırlatıyor. İnsan yapımı sanat nesneleri, taşlardan, topraklardan, okyanuslardan, kuşlardan ve çiçeklerden daha mı değerli? Oluş, akabilecekken (rheo) ona “ölçü,” “düzen” veya “kalıp” setleri çekmek (rhythmos) neden?

Her şey algoritmadır!
Gregory Chaitin 6

İnsanın düzenlemeyi öğrendiği şeylerden biri de genlerdir. Genetik, Collishaw için sadece bir konu değil, aynı zamanda bir sanatsal yöntem olarak kabul ediliyor. 2023 sonbaharından 2024 baharına kadar süren Petrichor sergisi, Kew Gardens’da izleyiciyle buluştu ve genetik algoritmalar ile blok zincir teknolojisini birleştiren dinamik bir NFT koleksiyonu sundu. Aritmi’deki Melez Gücü de bu çalışmanın bir parçası. Bitkiler tarafından istila edilmiş şekilde modellenen National Gallery, söz konusu NFT koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. Bu mekân, katılımcıların kendi çiçeklerini yetiştirip sergileyebildiği sarmalayıcı bir dijital ortam sunuyor. Katılımcılar, dijital melezleme tecrübesinde her bir tokenın genetik kodunu içeren bir tohum olduğunu keşfediyor. Çaprazlamalar, her iki çiçeğin de özelliklerini taşıyan bir melez ortaya çıkarabileceği gibi, görünmez çekinik genleri miras alan bir melez de oluşturabiliyor. Taç yaprağı sayısı, uzunluğu, kıvrımı, kenar dokusu, sertliği, rengi veya açılma derecesi gibi çeşitli özellikler açısından farklılık gösteren bu çiçeklere, eşsiz adlarını Jorge Luis Borges’in kısa öyküsünün zamansız ve mekânsız Babil Kitaplığı’ndan kelimeler çeken bir yapay zekâ sistemi veriyor.

Amerikan Evcil Hayvan Stok Mükemmellik Standartı ve Amerikan Tüy Severler Derneği Resmi Kılavuzu, İdeal İngiliz Tavşanı diyagramı, 1915.

Bir varoluş üzerine bilgi üretmek, bu bilgiyi düzenlemek, sınıflandırmak ve örüntülerini oluşturmak, o varoluşun niteliğini değiştirebilir mi ya da onu yeniden yaratabilir mi? Biyolojik olanla dijital olanın sınırları bulanıklaşabilir mi? Biyogenetiğin bilgisi ile kompütasyonun bilgisi birleştiğinde, Babil Kulesi yeniden inşa edilebilir mi? Dijital mekân, kaynakları tüketilerek ekolojik yıkıma sürüklenmiş bir gezegene alternatif bir ikame sunabilir mi? 17. yüzyıl Hollanda’sında nadir bir lale soğanının, onu tasvir eden yağlı boya tablodan daha değerli olduğu düşünüldüğünde, yetiştirilmesi titiz bir çaba isteyen ve yetiştirildiğinde büyük estetik haz veren bu çiçek kendisi, sanat eseri olarak değerlendirilebilir mi? Dijital melezler, lale çılgınlığının soğan laleleri gibi bir piyasa hareketliliği yaratabilir mi? Değerlerini belirleyen parametre güzellik midir? Güzelliği belirleyen parametreler nelerdir?

Oluş, akabilecekken ona çekilen “ölçü,” “düzen” veya “kalıp” setleri çeşitli ideallere hizmet ediyor. Aritmi’nin belki en çok odaklandığı ideal estetik olandır. Estetikleştirme, bir tür yapay seçilim uygulamasıdır. Ekosistemin doğal seçilim dinamiğine dayatılan bir dış karar; bunu acaba mı diyeceğim, çünkü insanı dış kabul edip doğadan ayırmak da istemiyor ve bir dolaşıklık hali içinde ele almak istiyorum. Bir mikrokosmos olarak insan (küçük saatiyle), çağlardır onu sarmalayan makrokosmosla (ve onun büyük saatiyle) bağını anlamaya çalışıyor. Bedenini, evrendeki daha küçük ve daha büyük nesnelere oranlıyor. Bunu, Vitruvius Adamı’ndan çok önce, Antik Mısır’da ya da kadim bir Hindu kılavuz çizgileri sistemi olan Vastu Shastra’da da görüyoruz. Kendi bedeniyle birlikte, evrenin karmaşık güzelliğini oluşturan tüm diğer bedenleri bazı kurallara ve şablonlara indirgeyen bir mükemmellik arayışı taşıyor. Kozmetik kelimesinin kökeni Antik Yunan’da “düzen” anlamına da gelen kozmostur. Kozmos, “evren” demek olduğu kadar “düzen” de demektir. Bu daha az bilinen anlamının, evrenin derli toplu bir yer olduğuna inanmayı seçen Pisagor’la dolaşıma girdiği düşünülüyor. 7

II. Crispijn van de Passe, Mükemmel Fil, 1643.

Doğanın sistematik olarak incelenmeye başlandığı 17. yüzyılda bir sanatçı, II. Crispijn van de Passe, mükemmel filin neye benzediğini araştırıyor. Estetik mükemmellik arayışının belirginleştiği, bitkilerle hayvanların tanımlanmasını ve sınıflandırılmasını sağlayan binomiyal isimlendirme sisteminin geliştiği ve çeşitli ulus devletlerin kurulmasıyla birlikte milliyetçilik ve ulusal kimlik kavramlarının önem kazandığı 19. yüzyıldan bir estetik ideal örneği ise İdeal İngiliz Tavşanı'dır. Ernest George Wippell, belirli bir tavşan ırkı için mükemmel işaretlemelerin standartlarını belirleyen bir illüstrasyon yapmıştır. Bu, estetikleştirme sevdasına dair iki absürt örnekten biridir.
Şimdi Aritmi’ye dönelim. Collishaw’un Pandora isimli eserini oluşturmak için faydalandığı iki isim var. Biri, Mükemmel İnsan Oranları Üzerine Dört Kitap (Vier Bücher von menschlichen Proportion) adlı bir eseri olan Albrecht Dürer; diğeri ise Doğanın Sanat Biçimleri (Kunstformen der Natur) adlı bir eseri olan Ernst Haeckel. Dürer, gözlem ve deney yoluyla bilgi edinmenin teşvik edildiği, perspektif ve anatomik doğruluğun büyük önem taşıdığı Rönesans’ı temsil eder. Bu dönemde doğa, estetik bir nesne olmanın ötesinde, incelenmesi gereken bir gerçeklik olarak ele alınmıştır. Haeckel ise, sanayi devrimi ve bilimsel keşiflerin hızlandığı, Sosyal Darwinizm ve ırkçı ideolojilerin güç kazandığı 19. yüzyıl Almanya’sını yansıtıyor.

Pandora isimli karakalem çalışması, Haeckel'ın mikroskobik deniz canlılarının çizimlerini, Dürer’in Mahşerin Dört Atlısı adlı ahşap baskısıyla yapay zekâ kullanarak birleştiriyor. Flora ve faunayı bilimsel bir titizlikle tasvir eden ilk sanatçılardan Dürer’in yaratımları, sanatçı olmanın yanı sıra birçok biyolojik terimi ortaya atan ve binlerce türü keşfeden doğabilimci, zoolog ve evrimci olan Haeckel’in yaratımlarıyla melezleniyor.

Ernst Haeckel, Art Forms in Nature kitabından bir kesit, 1904.

Canlı soylarının hızla tükendiği çağımızda, başka bir yüzyılın bugün, kısmen kaybolmuş doğasını tasvir etmesi, büyüleyici teferruatlarla dolu tasvirleriyle, tüm canlıları kapsayan bir soy ağacının haritasını çıkarması ve ekoloji kavramı başta olmak üzere biyolojiye pek çok kavram kazandırmasıyla takdir toplayan Haeckel'in, görece az bilindiğini düşündüğüm, karanlık bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Tutkulu bir öjenist olmak gibi. Haeckel, insan toplumlarının biyolojik temeller üzerine inşa edilmesi gerektiğine inanıyordu ve bu görüşü, sosyal eşitsizlikleri ve ırk hiyerarşilerini meşrulaştırmaya yarayan Sosyal Darwinizm'in etkisi altındaydı. Afrika kökenli ırkları daha "az gelişmiş" olarak nitelendirip, maymun atalara yakın tasvir eden; sakat ve hasta bireylerin ayıklanması ve "sağlıklı" bireylerin –çoğunlukla Kuzeyli Beyaz Avrupalılar– çoğaltılması yoluyla insan ırkının "ıslah edilmesi" fikrini destekleyen bir bilim insanıydı. Pandora için, iki farklı dönemi, stili ve teknolojiyi melezleştiren etkili bir biyopolitik bağlam sunuyor.

Fosilleşmiş şiir oyununa devam edelim. Otopsi Antik Yunanca αὐτοψία (autopsia) kelimesinden geliyor ki bu da kendi gözüyle görmek, kendini görmek ya da kendinin manzarası gibi anlamlar taşıyor, çünkü αὐτός (autos, kendisi) ve ὄψις (opsis, görüş, bakış, manzara) kelimelerinin birleşiminden oluşuyor. Her hâlükârda gözlemci ile gözlemlenen arasındaki karmaşık ilişkiyi ortaya koyan bir kelime. Doğanın titizlikle parçalandığı ve sınıflandırıldığı inceleme kültürünün, onun içsel canlılığını ve iradesini göz ardı ederek, adeta ölü bir doğa (natürmort) saydığını hatırlatıyor. Görme ve anlamlandırma arzusunun doğayla olan ilişkimizi derinleştiren bir yönü olsa da, ona edilgen bir bilgi ya da arzu nesnesi olarak bakmak, sömürgeci bir tavır teşkil ediyor.

Aydınlanma’nın rasyonalist ve bilimsel yaklaşımlarına karşı çıkan Romantizm’in de, gözlediği manzara üzerinde güç kurmaktan hiç geri kalmadığını vurgulamak gerekir. Amerika'nın uçsuz bucaksız güzelliğini ve keşfedilmeyi bekleyen topraklarını, hâkimiyet kurma arzusuyla betimleyen Hudson River Okulu ressamlarını düşünelim. Geniş topraklara, nehirlere, dağlara ve vadilere iştah kabartan bu Avrupalı sömürgeci ressamlar, toprak üzerindeki sahiplik duygularını ima etmek için, kendilerini manzaraya yerleştirmek de geri durmadılar. Bugün turistlerin ikonik manzaraların önünde poz verme geleneğinin de bu kolonist kültüre dayandığını düşünüyorum.

— Hişt, dedi.
Dönüp baktım. Yolun kenarındaki daha boyunu posunu almamış taze deve dikenleriyle karabaşlar, erik lezzetinde bana baktılar.

Hişt Hişt, Sait Faik Abasıyanık

Collishaw, Fısıldayan Otlar ve Haseki Küpesi'nde genellikle estetik bir konu olarak görülmeyen bazı mütevazı yol kenarı bitkilerini ele alıyor. Albrecht Dürer’in Büyük Çimen Öbeği (1503) tablosunu anime ettiği bu videolarda, kendi ritimleri ve iradesiyle devinen küçücük peyzajlar var. Bakir, engin, uysal, sabit, gösterişli ve adeta ölü manzaralar yerine; yaşam ağı içinde salınan, canlı ve katılımcı özneler bunlar. İstismar edilebilecek kadar güzel ya da büyük değiller ama oradalar. Uçucu organik bileşikler, elektrik sinyalleri, çeşitli kimyasallar ve mikorizal ağlar aracılığıyla iletişim kurmaya açıklar. Tozlaşan böcekleri, mikropları, mantarları ve hayvanları uğurluyorlar. Günlük saat genleriyle donatılmışlar, zamanın bedenlerinden geçişini halkalar halinde tecrübe ediyorlar ve belki bizi de, kendi aheste akışlarına davet ediyorlar. Doyumsuz tüketime odaklanmış, verimli üretime ayarlanmış obur saatlerimizi kapatıp, küçük ritimlere kulak verirsek duyacağız: Hişt!

Thomas Cole, Kutsal Dağ'ın (Mount Holyoke) Görünümü, Northampton, Massachusetts, Bir Fırtınadan Sonra
The Oxbow, Metropolitan Sanat Müzesi'nin İzniyle, 1836.

Sait Faik Abasıyanık’ın Hişt Hişt öyküsünde, bitimsizce hiştleyen esrarengiz öznenin, yol kenarında kendi halinde fısıldayan bu otlar olduğunu düşünüyorum. Sadece otlar değil, sömürgecileri coşturan görkemli manzaralar da buna dâhil edilebilir: şırıl şırıl nehirler, ışıl ışıl tepeler, hışır hışır ormanlar, vızır vızır böcekler ve cıvıl cıvıl kuşlar… Bu bir polifoni ve Collishaw’un pratiği bu çoğul eylemliliği onurlandırıyor. İnsanın ihtiraslı, gözü doymaz ve yıkıcı failliğini hedef göstermeyi de ihmal etmez, fakat bunu yaparken indirgemeci değildir. Collishaw son videosu Sonuna Dekte,19. yüzyılın başlarında canlı bitki türlerinin kıtalar arası taşınmasını mümkün kılarak, yeryüzünü ekolojisininin değişmesinde büyük rol oynayan Wardian kabinlerini kullanır. Bu yapıcı etkinliğine karşılık, yağma ve yıkımı da ortaya seren anlatı, çoraklaştırılmış bir ormanı Virgil'in tarım, çiftçilik, üreme ve büyümeyi ele alan Georgics şiirinden esinlenerek bestelenen Adagio for Strings eşliğinde sunar. Her köşede karşılaşma ihtimalimiz bulunan bu –yıpratılmış– şarkı; neredeyse ezberlenmiş, elimizin altındaki bir hüzün duygusunu; yine çok tanıdık olan, hatta belki orantısızca maruz kalmaktan ötürü normalleştirdiğimiz ekolojik tahrip görüntüleriyle birlikte verir. Kitle iletişim araçlarının manipülatif dilini imgelerin pornografisi üzerinden ele aldığı erken işlerini düşünürsek, bu karar gayet manidardır.

Aristo’nun ünlü formlar öğretisinin en basit anlamı budur işte, bir ebedi formdan başka bir ebedi forma geçiş. Bu formlar idealdir elbette. Bunlar arasında varlık değişik pozlar veriyor, aynen bir dans gibi.
Ulus Baker, Sanat ve Arzu

Collishaw, iletişim araçlarının dili kadar teknolojisi üzerine de kafa yoruyor. Medya arkeolojisinin derinliklerinden çekip çıkardığı icatları yeni nesil teknolojilerle harmanlamasıyla nüanslı, çalkantılı, dolaşık doğalar kuruyor. Nihayetinde teknolojik nesneler de yaşam ağının bir parçası. Bunun en çarpıcı hallerinden biri, söylem analistlerince geliştirilen özel bir yazılımla, Twitter’da en kötü muamele gören profillere yöneltilen linçin derecesine bağlı olarak kayan, düşen ve sendeleyen animatronik geyik: Insilico.

Insilico, canlı Twitter akışındaki bir mücadeleyi, bir robot bedeninde ortaya koyarken, sergide yer alan Çınlayan Sirenler, iki hayvan türü arasındaki teritoryal mücadeleyi, bir zoetrop ile okuyor. Kıyılarda popülasyonu giderek artan denizanalarına dair bir tür kinetik istatistik sunan zoetrop, dönen bir platforma dizilmiş ardışık heykellerle görüntü illüzyonu yaratıyor. Yunanca ζωή (zoe) "hayat" ve τρόπος (tropos) "dönme" kelimelerinden türetilen zoetrop, varoluşun bir metaforu gibi, bir akıştan farklı pozlar, kalıplar çıkarıyor. En başa dönelim, fosilleşmiş şiir oyununu başlattığım o ana: Eski Yunanca ῥυθμός (rhythmos) kelimesinden geliyor ki o da "akmak" anlamına gelen ῥέω (rheo) fiilinden türüyor. O hâlde, unutulan şiirsel kaynak akmak (rheo), kabuklar ise rhythmos, yani "ölçü," "düzen" veya "kalıp". Seyyal, faal, süreğen, kesintisiz bir oluş; nasıl oluyor da katı, sıkı, sınırlı, sabit, bölen, öngörülebilen, çarpan, tartan, ayıran, ayrıştıran, baskı kuran bir varoluşa dönüşüyor?

 

1- Language is fossil poetry. As the limestone of the continent consists of infinite masses of the shells of animalcules, so language is made up of images, or tropes, which now, in their secondary use, have long ceased to remind us of their poetic origin.

2- 22 Ocak 2020’de Glad Day Bookshop’ta “An Apartment on Uranus” kitabının lansmanında yaptığı konuşmadan.

3- Zaman üzerine yazdığım bir başka metin ve o metinden yola çıkan kısa filmden kendimi alıntılıyorum. Yazı: https://manifold.press/buyuk-saat-kucuk-saat-ileri-saat-geri-saat-yukari-saat-asagi-saat Film: https://vimeo.com/507972913 Instagram: @theclocksmovie

4- Cümlenin poetikasına bozmamak için “insan” dedim, fakat ekolojik tahribatta tüm insanlık yerine, ekonomik ve politik iktidarların sorumluluğunu vurgulamak isterim. Çevresel krizin asıl müsebbipleri onlardır. Benim için bu çağ, Antroposen değil, Kapitalosen Çağı.

 

YAZAR HAKKINDA
Ecem Arslanay
İstanbul merkezli bir editör, yazar, öğretim görevlisi, iç mimar ve yönetmen olan Ecem Arslanay, 2017-2019 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde ders verdi. 2021'den bu yana Bahçeşehir Üniversitesi İç Mimarlık Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Mimarlık alanında bir doktora adayı olarak, dijital müze deneyiminin mekânsal nitelikleri üzerine odaklanıyor. Sharjah Art Foundation ve Salt tarafından desteklenen “The Connected” (2022) adlı uzun metraj filmin prodüksiyon tasarımcısı olarak görev yaptı. Ayrıca, uluslararası festivallerde finalist olan, ödüller kazanan ve çeşitli sergi ile bienallere katılan “The Clocks” (2021) adlı kısa filmin senaryosunu yazdı, eş yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlendi. Bir sonraki deneme filminin senaryosunu yazmak üzere aldığı prodüksiyon desteği ile şu an Can Serrat’ın konuk yazar programında üretim yapıyor.

Sayfayı Paylaş